Home GUNCEL PKK’NIN TERÖR ENVANTERİ TEHLİKELİ BOYUTLARDA

PKK’NIN TERÖR ENVANTERİ TEHLİKELİ BOYUTLARDA

by Guncel Haber
0 comment

Geçtiğimiz günlerde yaşanan bir gelişme hayli endişe vericiydi: Harekât kapsamında ele geçirilen silahlar arasında iki SA-16 MANPADS (personel tarafından kullanılan hava savunma sistemi) bulunduğu bildirildi.

Dr. Can Kasapoğlu

İstanbul

Pençe Şimşek ve Pençe Yıldırım harekâtı devam ederken Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar PKK terör örgütünden ele geçirilen silahlara dikkat çekmiş, hatta “dost ülkeler tarafından verilen” füzelerin de altını çizmişti. Nitekim ele geçirilenler arasında birçok kez DEAŞ karşıtı mücadele için YPG’ye verilen anti-tank silahlarının çıktığını biliyoruz.

Geçtiğimiz günlerde yaşanan bir diğer gelişme ise hayli endişe vericiydi: Harekât kapsamında ele geçirilen silahlar arasında iki SA-16 MANPADS (personel tarafından kullanılan hava savunma sistemi) bulunduğu bildirildi. Son dönemde PKK terör envanterinde gözlemlenen gelişmeler, daha en başından akamete uğratılması gereken, tehlikeli bir sürece işaret ediyor.

Askerî açıdan MANPADS 10-15 bin fit irtifa altında uçan, özellikle de döner kanatlı unsurlar için çok ciddi bir tehdit. 

PKK ve MANPADS tehdidi

Askerî açıdan MANPADS 10-15 bin fit irtifa altında uçan, özellikle de döner kanatlı unsurlar için çok ciddi bir tehdit. Burada dikkate alınması gereken bir diğer konu, PKK MANPADS envanterindeki değişim. Bir zamanlar SA-7 Strela gibi söz konusu silah sistemlerinin birinci nesil versiyonlarını kullanan terör örgütünün, son dönemde SA-16 ve SA-18 gibi ikinci ve üçüncü nesil MANPADS sahibi olması, üzerinde durulması gereken bir güvenlik tehdidi. Zira SA-7 ve benzeri (örneğin Çin yapımı HN-5) birinci nesil MANPADS kabiliyeti, hedef aldığı platformun termal izlerini izleyen, kızılötesi güdüm sistemiyle hedefine ancak belirli bir açıdan yaklaşabilir ve uçar platformların kendilerini korumak için attıkları flare (ısı topu) gibi karşı önlemlerden fazlasıyla etkilenirler.

PKK terör örgütünün elinde henüz 4. nesil MANPADS’e rastlamadık. Öte yandan yakın gelecekte bu ihtimali kesin olarak dışlamak da mümkün değil.

Rus yapımı SA-14, SA-16 ve Çin yapımı FN-6 gibi ikinci nesil MANPADS sistemleri flare ve benzeri karşı önlemleri bertaraf etmek için daha gelişmiş güdüm/filtre sistemlerine sahiptir. Bu nedenle hedefi vurma şansları daha yüksektir. SA-18 gibi üçüncü nesil MANPADS kabiliyeti ise çok geniş renk bantlarında arama yaparlar ve hedef platformun kabaca siluetini çıkarırlar. Bu nedenle flare ve benzeri karşı önlemleri aşma potansiyelleri yüksektir.

Günümüzde envanterlere giren dördüncü nesil MANPADS sistemleri ise öncüllerine göre çok daha gelişmiştir. Örneğin Rus yapımı Verba’nın (SA-25), uçak ve helikopterlere göre daha düşük termal izlere sahip insansız hava araçları gibi insansız platformlara karşı daha yüksek etkinlik gösterdiği, şaşırtıcılar ve önlemler karşısında çok daha etkin olduğu bildiriliyor. Kimi çalışmalar, Verba gibi sistemlerin, hava savunma ağlarına da entegre edilerek operatörün kaskına yansıtılan veriler sayesinde, personel tarafından gözle görülebilecek menzilin ötesinde arama yapılması imkânı verdiğini dahi iddia ediyor.

PKK terör tehdidinde gelinen aşama, Türkiye’nin milli güvenliği için çok kritik ve tehlikeli bir potansiyele işaret ediyor.

Elimizdeki veriler, PKK’nın, ikinci ve üçüncü nesil MANPADS kullandığını gösteriyor. Mayıs 2016’da terör örgütü, bir Türk taarruz helikopterini SA-18 kullanarak düşürmüştü. Irak’ın kuzeyinde halihazırda devam eden harekâtta ele geçirilen SA-16’lar da ayrıca göz önünde bulundurulmalı.

PKK terör örgütünün elinde henüz 4. nesil MANPADS’e rastlamadık. Öte yandan yakın gelecekte bu ihtimali kesin olarak dışlamak da mümkün değil. Zira örneğin Rus yapımı Verba’nın, Suriye Arap Silahlı Kuvvetleri ve Ermenistan Silahlı Kuvvetleri envanterlerine de transfer edildiğini açık kaynaklar üzerinden biliyoruz. PKK’ya destek vermek hususunda son derece karanlık sicillere sahip bu iki aktörün, gelecekte bu tip bir yeteneği terör örgütüne kazandırmayacağını kimse garanti edemez. Ayrıca bu çalışmada vurguladığımız üzere, Suriye gibi harp sahalarında konuşlandırılan silahların her an kontrolden ve envanterden çıkma riski de bulunuyor.

MANPADS tehdidini yalnızca askeri hedeflerle sınırlamak da mümkün değil. Zira sivil havacılığa yönelik terörist saldırılarda kullanıldıkları da biliniyor. ABD Dışişleri Bakanlığı verileri, 1970’lerden bu yana, en az 40 sivil uçağın söz konusu silahlarla hedef alındığını ortaya koyuyor. [1] 2015 yılında PKK terör örgütünün Sabiha Gökçen Havalimanı’na yönelik bir havan saldırısı gerçekleştirdiğini biliyoruz. Terör örgütünün havaalanının bu kadar yakınına havan yerine MANPADS sokabilmesi bir faciaya neden olabilirdi.

PKK terör tehdidinde sıklet merkezi değişikliğinin emareleri

PKK’nın terör envanterindeki değişim MANPADS ile sınırlı değil. Özellikle Suriye iç savaşından öğrenilen dersler kapsamında, güdümlü anti-tank füzeleri (anti-tank guided missiles [ATGM]) ve mini-drone kullanımı da son dönemde sıklıkla karşılaşılan bir diğer eğilim. 7 Nisan 2021 tarihinde Zeytin Dalı harekâtı sahasına yönelik gerçekleştirilen ve iki şehit verilen saldırıda her iki kabiliyetin de kullanıldığını açık kaynaklı istihbarat verileri ile tespit etmek mümkün. Yine terör örgütünün drone kullanımında sabit kanatlı platformlardan ve jammer kullanımına karşı daha dayanıklı sistemlerden yararlanma eğilimleri de not edilmeli. Tüm bu konuları, çeşitli çalışmalarla değerlendirip kamuoyunun dikkatine sunduğumuz için detaylara girmeyeceğiz.

Öte yandan, karmaşık bir askeri teorik tartışmaya girmeden, daha en başından ifade edelim: PKK terör örgütü envanterinde gözlemlenen değişim, yani hava savunma füzeleri, güdümlü tanksavar füzeleri, mini-drone’lar gibi unsurlar, ciddiye alınması gereken bir sıklet merkezi değişiminin de emareleridir. Bahse konu emareleri bugün iyi analiz etmek ve önlem almak, 2020’lerin ikinci yarısında, terör tehdidi ile mücadele etmek için elzem.

Askeri bilimler alanında çalışanların ortak referansı olan Prusyalı general ve teorisyen Carl von Clausewitz’in literatüre kazandırdığı -daha doğrusu fizik terminolojisinden alıp strateji çalışmalarına uyarladığı- kavramlardan biri de “sıklet merkezidir”. Özetle, düşmanın güç kapasitesinin odağı doğru bir şekilde hedef alınırsa, düşmanın yenilgiye uğratılacağı “yer” olarak tanımlanabilir. Örneğin Suriye Baas diktatörlüğü için mezhep esasına göre teşkil edilmiş güvenlik ve savunma eliti, rejimin “sıklet merkezi” olarak tanımlanabilir. Bugüne kadar rejimin devrilmemesinde tüm ciddi kayıplara karşı söz konusu sıklet merkezinin bir şekilde korunması önemli rol oynamıştır.

Sıklet merkezi konseptinden terörle mücadelede de yararlanılıyor. Konuya ilişkin modern çalışmalar, düşmanın sıklet merkezini teşkil eden unsurlar arasında kritik yetenekleri ve sözü edilen yeteneklere ulaşmasını sağlayan kritik kaynakları da yakından inceliyor. Özetle kritik yetenek, düşmanın hedeflerine ulaşmak için kullandığı temel kabiliyet, kritik kaynaklar da belirtilen kabiliyeti elde etmesi için gereksinim duydukları şeyler şeklinde tanımlanabilir. PKK terörü için yukarda sayılan silah sistemleri, giderek kritik kabiliyet halini alıyor.

Bataklığı kurutmak: Peki bataklık neresi?

PKK terör örgütü benzer birçok örgüt gibi silahlı kapasite geliştirmek için çok kaynaktan beslenen bir eko-sisteme ihtiyaç duyuyor. Söz konusu eko-sistemin de birçok girdisi var. Fakat PKK özelinde konuşmak gerekirse üç temel eğilimden söz etmek mümkün.

İlk eğilim, Orta Doğu’da Sovyetik Arap orduları ve envanterlerin kontrolden çıkmasıyla ilgili… Daha somut biçimde açıklayalım: Sovyetik Arap orduları bir Soğuk Savaş fenomeni. Baas diktatörlükleri tarafından yönetilen Suriye ve Irak başta olmak üzere Moskova’nın yörüngesinde olan Arap rejimleri, silahlı kuvvetlerini, envanter, doktrin ve teşkilat bağlamında Sovyet-Rus askeri danışmanlarıyla düzenlediler. Mevcut literatür Suriye Arap Silahlı Kuvvetleri’nin, Sovyet Kızıl Ordusu’nu taklit etmede en önde olan aktör olduğunu ortaya koyuyor. Söz konusu rejimlerin envanterleri de bugüne kadar gelen Sovyet-Rus sistemleriyle dolu. Söz konusu silahlar birçok segmentte, Batı menşeli silahlara göre zorlu iklim koşullarına dayanıklılık, silah karaborsasında mühimmatının kolay bulunması gibi kritik avantajlar da sağlıyor.

İşte 1990’ların başında Irak Silahlı Kuvvetleri’nin ülkenin kuzeyinden çekilmek durumunda kalması ve daha da önemlisi envanterinin bir bölümünün kontrolden çıkması, PKK terör örgütünün hiç görmediği bir “silah bolluğuna” kavuşmasını da beraberinde getirdi. Son on yılda Suriye iç savaşının da benzer bir sonuca yol açtığını görüyoruz. Üstelik Suriye Baas rejimi ve istihbarat aygıtı Muhaberat’ın PKK terör örgütü ile Hafız Esed döneminden kalma organik bağları, birçok yerde Suriye Arap Silahlı Kuvvetleri’nin çekilmesiyle PKK’nın Suriye uzantısı olan YPG’nin Suriye silahlarına erişimini kolaylaştırdı.

Bataklığı oluşturan ikinci temel eğilim, PKK terör örgütünün, çatışma bölgelerine, özellikle de otorite boşluğu olan çatışma bölgelerine akan silah karaborsasından yararlanması. Örneğin Suriye iç savaşına ilişkin açık kaynaklı istihbarat verileri, ülkede daha önce ne Suriye Arap Silahlı Kuvvetleri ne de komşu ülkelerin envanterlerinde görülen birçok silahın varlığına ilişkin kanıtlar sunuyor. Bu tip çalışmalara ulaşmak artık çok kolay.

Üçüncü eğilim ise PKK’ya yönelik doğrudan dış destek. Burada bir nüansın altını çizmekte yarar var. Konunun ilk boyutu, terör örgütünün Suriye uzantısı YPG’ye verilen silahların PKK’nın diğer kadrolarının eline geçmesi. Daha açık bir ifadeyle, militan grupları arasındaki geçişkenlik. Türkiye’nin DEAŞ karşıtı mücadelede YPG’nin kullanılmasına dair haklı itirazları bu noktada daha iyi anlaşılıyor. İkinci boyut ise bazı servislerce doğrudan PKK’yı kullanarak vekaleten harp faaliyeti yürütülmesi. Örneğin 1990’lı yıllar boyunca Hafız Esed diktatörlüğü bunu sistematik olarak yaptı. İlk boyutla mücadelede istihbaratla desteklenen diplomasi önemli bir araçken ikinci boyut doğrudan istihbarat ve askeri mücadele alanına giriyor.

Ne yapılmalı?

PKK terör tehdidinde gelinen aşama, Türkiye’nin milli güvenliği için çok kritik ve tehlikeli bir potansiyele işaret ediyor. Türk devletinin doğru, akıllı ve sonuç alıcı bir strateji benimsemesi şart. Terörle mücadelenin PKK’nın inşa etmeye çalıştığı kritik kabiliyetin ve dayandığı kritik kaynakların odak noktasında olması gerekiyor. Böyle bir hareket tarzının da birçok boyutu var.

Jeopolitik olarak PKK’nın Irak-Suriye bağlantısının kesilmesi elzem. Bunun sahadaki anlamı da elbette Sincar harekâtı anlamına geliyor. Tabii ki böyle bir harekâtın temel siyasi-askeri parametrelerinin, devam etmekte olan Pençe Yıldırım ve Pençe Şimşek’ten daha farklı olacağının da altını çizmeliyiz.

İstihbarat veçhesinde, PKK’nın sahip olduğu hibrit yeteneklerin objektif bir dökümünün çıkarılması ve dijital çağda açık kaynaklı istihbarat dahil -kimi durumlarda başta- olmak üzere sürekli güncellenmesi önem arz ediyor. Türkiye’nin yanı başında kontrolden çıkan ve çıkma potansiyeli olan envanterin izlenmesi de bir o kadar önemli. Yazının girişinde belirttiğimiz üzere, Suriye ve Ermenistan’ın SA-25 MANPADS alımı, yarın PKK militanlarında SA-25 MANPADS bulunması potansiyeli anlamına geliyor. Bahse konu istihbarat hedeflerinin anlık operasyonlarla desteklenmesi şart. SİHA’lar ve hassas mühimmat, bu konuda Türkiye’ye büyük bir avantaj sağlıyor. Akıncı ve Aksungur gibi sistemlerin envantere girişi söz konusu avantajı daha da artıracaktır.

Özetle MANPADS, ATGM ya da insansız platform benzeri silahlara sahip olduğu tespit edilen militan grupları ve sığınakların, öncelikli ve sistematik hedef haline gelmesi gerekiyor. Son olarak, YPG üzerinden PKK’ya aktarılan desteğin kesilmesi için ciddi bir diplomatik çaba gerektiğinin altını çizelim.

PKK terör örgütünün 1984 Şemdinli-Eruh eylemlerinin iyi analiz edilememesinden neşet eden istihbarat boşluğu, Türkiye’nin 1990’lı yıllarda çok zorlayıcı bir düşük yoğunluklu çatışma tehdidiyle karşı karşıya kalmasına yol açtı. Dahası, Irak’ın işgali ile başlayan, Soğuk Savaş’ın bitiminin hemen başındaki sürecin ne getirebileceği anlaşılamadı.

Doğrusunu söylemek gerekirse, bu kez durum 1984 ya da 1990’ların başı kadar vahim değil. Her şeyden önce, Türkiye Cumhuriyeti’nin Milli Savunma Bakanı, bir harekât halihazırda başarıyla devam ederken, terör örgütünden ele geçirilen füze kabiliyetiyle ilgili net ve uyarıcı nitelikte açıklamalar yapıyor. Yani, konunun vahameti biliniyor. O halde önümüzde doğru bir strateji oluşturma ve kararlılıkla takip etme hedefi bulunuyor.

You may also like

Leave a Comment